Son bir haftaya epey şey sığdırdık. Neler oldu neler…
Hasman arkadaşlarıyla tatile çıkmak istedi, iyi dedim ben de fırsatı değerlendirir ailemle baş başa vakit geçireyim o arada. Hatta sağolsunlar ne zaman çıkacaklarını bile doğru dürüst belirlememişler – artık plansızlıklarından mı yoksa bunlar zaten tatilde kafasından mı kaynaklanıyor bilemiyorum. Her ne kadar bir kuruma bağlı çalışmasak da biz de çalışıyoruz, ama çevremizde sürekli tatil modundaymışız gibi bir izlenim oluyor. Yine de her gün kendi işimi yaptığım, bir kurumda çalışmadığım için şükrediyorum. İzin almak zorunda olmamak bir lüks benim için. Neyse bizim kafadarlar bir gün erken izne çıkacaklarını son gün bildirdiler. Başta bir sinirlendim, yalan yok. Biz de planımızı size göre yapmışız. Ama sonrasında bunu da keyfe dönüştürdüm, nicedir yalnız kalmamışım. Ki yalnız kalmayı da severim, istifa ettiğimizden beri de pek bir dipdibeyiz, çok fırsat bulamıyorum yalnız kalmaya. Ne zamandır kendimle sesli sohbet etmemişim, keyfime göre bir romantik komedi açıp ağlamamışım. Ohhhhh çok güzel oldu, arada bir erkek erkeğe takılın beyler. 👋
Sonrasında epeydir gitmediğim Zonguldak’a, ailemin yanına gittim. Bizimkiler aile apartmanına taşındılar, evlerini de görmek istiyordum. Bu da bizim bahanemiz oldu işte. Hem uzundur halalarımla da vakit geçirmemiştim, fırsattan istifade ettik. Güzel ama maalesef çok “doyurucu” bir tatil oldu. Ben epeydir hamur işi – ekmek dahil- yemiyorum, ama birbirinden güzel mamalara da yok diyemedim; hoooop geldi kilolar.
Babam çok düzenlidir, hatta askeri düzene uygun bir insan. Dakiktir, intizamlıdır, fazlasıyla da planlıdır, hatta biz ona yetişemioruz bu özelliklerde diye de rahatsız olur. Evlerini taşırken de sağolsun, benim kitap ve defrerlerimi ayrı kolilemiş. Yeni evde de ayrı bir kitaplığa koymuş benimkileri. Romanlarımı da ayrı rafa koymuş sözüm ona, ama kendi kitaplığında onlar 😊. Neler var neler benim kitaplıkta; çocukluk günlüklerime kadar buldum, ergenlikte yazdığım korkunç şiirleri de. Bir de aforizmalarım var, ne biliyorsam artık büyük büyük laflar etmişim.
Çocukluk kitaplarımız da duruyor, bir kısmı okuma bilmediğim dönemde bana okunan ve ezberleyip kendime anlattığım masallar 🙂. Ki onların içinde sahnelerini biraz hareket ettirebildiğim Sindirella’nın bende yeri çok ayrıdı. Çocukkenki heyecanımı hatırladım, kaç yıl geçmiş ama o duygu hala taptaze hatırlanıyor. Bir yandan da 80’lerde geçen bir çocukluk için devrim gibi bir şey kitabın oynanabilir birşey olması, çok da yaşlanmadım ama ne çok şey gelişmiş, ne kadar çok şeye alışmışız aslında.
Kitapların bir kısmıysa yeni yeni okumayı öğrendiğim döneme ait, benim en sevdiklerimse Ayşegül’ün maceraları. Görür görmez beni aldı, bir öğleden sonra Madenciler’e götürdü. Annemler sohbet ederken, Ayşegül serisinin -doğumgünü partisinin- içinde nasıl kendimi kaybettiğimi hatırladım. Anıların ve duyguların yıllarca farketmeden belleğimizde taşınması ne garip. O naif heyecanlar, bir kitaba kendini kaptırma hissi. Hala çok severim, sürükleneyim, kaptırayım, kaybolayım satırların arasında. Tabi ganimetlerim içinde en güzeli günlüklerimi bulmak, ilkokuldan liseye kadar tek bir günlüğüm var, arkadaşlarım hakkında yazdığım bir günlüğüm, bir de üniversitede yaşadıklarımı daha çok hikaye gibi yazdığım bir günlük daha. Hazine bulmuşum gibi sevindim valla, okuyabildiğim kadarını okudum, dönerken de aldım yanıma.
Tatil bitti ve biz Beycik’e döndük
Tatil bitti, Antalya’ya döndük ama bu sıcakta kalmayalım diye hemen Beycik’e geçtik. Akşamına da komşumuz Gülden ablaya geçtik. Babası bir süredir hastaydı onu da görmüş olduk. Ki sağlığında son görüşümüz oldu, bir gece sonra ağırlaştı ve kaybettik Nurettin amcayı. Asıl yazmak istediğim de bu aslında, ilk defa ölüme/bir ölüye bu kadar yakın oldum. Garip; bir var bir yok oluşumuz, geriye birkaç hatıra bırakabildiysek ne mutlu. Hep ürkütücü diye düşündüğüm ölüm, morg, defin; normal geldi. Tabi çok yakınınızı kaybetmek bambaşka duygular yaşatır ama objektif bakınca ölüm de yaşama dahil.
Bu kış Nurettin amcanın 92. yaş gününü birlikte kutlamıştık, eşiyle hala birlikteyken. İki yaşlı sevgili yanak yanağa poz verip, zor gören gözleriyle birbirlerine sevgiyle bakmışlardı. O yaşta ve zar zor yürüyen bacaklara sahipken espri yapar, bizi de güldürürdü. Ona dair hatırladığım en etkileyici özelliği budur, bol bol da dua ettim şimdi de yüzü gülsün diye.
Defnedilmesi sırasında Şemsi abinin sesine kulak verdim, geçen sene defalarca önermişti; ‘Canım sıkılınca mezarlık gezerim, kimler gelmiş, kimler geçmiş. Huzur bulurum mezarlıkta, sen de dene. Canın bir şeye sıkılırsa git mezarlık gez.’
Mantıklı gelmişti ama hiç denememiştim, defin sırasında bacaklarım yürümeye başladı, mezar taşlarını okumaya başladım. Benden küçükler de gitmiş, büyüklerde. İnsan daha bir hissediyor, gelip geçici olduğunu. Ölüm her an gelebilir, her an ayrılabilirim bu dünyadan, sevdiğimden, ailemden. Bunu bilmek lazım, değerini hissettirmeliyiz sevdiklerimize ve hiç içimizde tutmamalıyız söylemek istediklerimizi.
Ölüm hiç yokmuş gibi yaşıyoruz ama bir durup kabul etmek gerekiyor değil mi?
Ölümle ilgili de ergenlikte bir şiir yazmışım, ‘ölümle randevum vardı dün akşam’ diye başlayan. Hepsini yazıp kendimi çok da utandırmayayım. Son dizesini de pek anlamadım ama yine de renk katsın öyle bitireyim yazıyı;
‘Şimdi; taze kahve kokusunda bir tebessüm bekliyorum’
Baştan sona okudum. Akıcı güzel bir yazı. Gönüllü editör olarak iki hata vardı. İlk cümlede geçen kelime, sığrıdrık. ( Son bir haftaya epey şey sığrıdrık.? SIĞDIRDIK.2-Hem uzundur halalarımla vakit geçirememiştim.(Hem uzun zamandır halalarımla vakit geçirememiştim.)
Beğenmenize de gördüğünüz hataları söylemenize de sevindim, çok teşekkür ederim.
Çekinerek yazdım. Hoşgörüyle karşıladığınız için teşekkürler. Günümüzde hiç kimse eleştirilmek istemiyor. Yeni yazılarınızı okumak dileğiyle iyi akşamlar
Can cin merhaba. Ne ilgisiz babayım! “Sosyal medyadan” uzak olunca insan, geç haberdar oluyo. Kusura bakma. Yazını anca okudum. Ama çok tad aldım.
ooooo Aydın Bey, hoşgeldiniz 😃