Demre’den başlayıp Finike’de son bulan bu 3 günlük rota bizi oldukça yordu. Elbette sonunda kendimizi bir günlük dinlenme ile ödüllendirdik 🙃
1. Gün
Sabah Üçağız’dan otobüs ile- bu onların deyimi bize göre küçük servis aracı- çok şükür oturacak yer de bularak Demre’ye geçiyoruz. Üç gün kamp yapacağımız için bolca su ve yemek ihtiyacımızı, terminalin etrafındaki marketlerden alıp taksi ile Gavur Yolu başına gidiyoruz. Yolda Myra antik kentine de bir göz attık ama gezmediğimiz için pişmanım, kesinlikte gidip görmek lazım.
Bugünkü hedefimiz bu dik yamacı aşıp, Alakilise’ye varmak. Şanslı bir çift olduğumuz için yağmur bulutlarının yardımıyla Gavur yolunu bitirip Belören köyüne rahatça vardık. Yağmur her ne kadar kayaları kayganlaştırsa da, sıcaklığı düşürmesi çıkışımızı rahatlattı, ama tabi ekstra dikkatli gerekti.
Belören’den çıkmak üzereyken tonton bir amcanın dinlenme teklifini geri çeviremedik. Oruç olmalarına rağmen bize çay, köy yumurtası ve nefis domateslerden ve olmazsa olmaz yufka ekmeğinden oluşan bir sofra kurdular. Teyze kardeşinin çok misafir sevdiğini ve Alakilise’ye varmadan onun evinin önünden geçeceğimizi ‘Mehmet ağbi misafir kabul eder misin’ deyip geceyi onda geçirmemizi öğütledi. Selamını iletmek için uğrarız deyip yola devam ettik.
Az biraz gidince Zeytin köyündeki çobanlarla karşılaştık ve bir çay da onlarla içtik. Süleyman amca da bize katılıp ‘buranın havasını hiçbir yere değişmeyeceğini, gençlerin Antalya’dan ne anladığını bilmediğini’ anlattı. Keçileri ve yavru çoban köpeklerini biraz sevip çok yolumuz var diye tekrar yola koyulduk ama yol almak ne mümkün.
Bir saat yürümemiştik ki yolun sonunda motosikletiyle bizi Mehmet amca karşıladı. Hadi dedi gelin biraz dinlenin, biz ne olduğunu anlamadan Hasan ve bizim çantalar Mehmet amcanın motosikletinde evlerine doğru gitmeye başladı. Ne olacak bir çay da burada içer biraz sohbet ederiz diyorduk, ama Belören’deki teyzenin kardeşi olan Mehmet amca gerçekten çok misafir seviyor, daha doğrusu insan seviyor. Çay diye oturduk, sohbetlerini bırakamadık, birlikte sebzeli pişi yaptık, saz çalıp türkü söyledik, oğlakları sevdik silah attık derken sabah oldu. Hedeflediğimiz noktaya bugünlük varamadık ama iki muhteşem insan girdi hayatımıza.
2. Gün
Sabah erkenden kahvaltımızı yapıp yola çıktık, Mehmet amca bize kestirme yolu gösterip ‘akşama Finike’ye varırsınız’ dedi ama serde inatçılık var, biz Likya yolundan yürüyeceğiz diye Alakilise yolunu tuttuk.
Tabi ki kendi kaderine bırakılmış tarihi eserlerle karşılaştık. Bu civarda işaretleri takip etmek oldukça zor, yer yer silinmişler. Civardaki bir çoban evine sorunca Eda bize hem su verdi ve hem de yolu tarif etti. Yol üstünde de yani tepelerde eşi Hasan’la karşılaştık. Bugünkü yolumuz hayli zor, çık çık bitmiyor bulutlar da bugün bizi unutmuş güneş tepemizde ama manzara muhteşem yükseldikçe güzelleşiyor.
Akşam ayaklar pes edince güzel bir kamp yeri buluyoruz, tepenin bir yanından Demre bir yanından Finike gözüküyor. Etrafta inek pislikleri var ama önemsemeyip çadırı kuruyoruz. Gelirken gözümüze kestirdiğimiz kuyuya gidip buz gibi yedek su da alıyoruz, ateşi de yaktık mı keyif başlıyor. Bir süre sonra inekler de gelip yanımızdaki çukur alanda yerlerini alıyorlar. Bu gece hep birlikle güzel bir uyku çekiyoruz.
3. Gün
Sabah HasMan erkenden kalkıp ateş yakıyor ama kahvaltı toplanma derken yürüyüşe başlamamış saat 10’u buluyor. Bugün, son iki gündür çıktığımız 1800 metreyi ineceğiz. Güneş tepemizde parlayadursun biz de yola çıkıyoruz, yakındaki yayla köyüne ulaşınca hem suyumuzu tazeliyoruz hem de yolculuk için yanımıza domates ve biber veriyorlar. Başta ağırlık yapacaklar diye söylendik ama bir saate kalmadan mideye indirdik, pek de güzel oldu. Köyden gelen kestirme yol önerilerine kulak asmadan boyalardan devam ediyoruz.
Önce Belos’a çıkıp sonra deniz seviyesine Finike’ye iniyoruz. Belos’da sağ olsunlar açıklayıcı bir yazı bile konmamış, mezarlar kendini anlatıyor diye düşünüyorlar herhalde. Finike inişi asfalt, ama asfalt yapılmasa da olurmuş, yürüdüğümüz süre boyunca tek araç geçti, ona da bindik zaten 🤗
İniş sırasında bolca keçiyle karşılaştık, keçi çobanlığı yapan Fatma teyzeyle biraz sohbet ediyoruz, konuştuğumuzu anladığı için mutlu oldu, turistlerin dediğini anlayamıyormuş, onlar da herhalde beni anlamıyordur diyerek gülümsetiyor bizi. Finike’ye varınca bir çay yemek molası verip azıcık kendimize geliyoruz. Sonrasında Keremos Pansiyona yerleşip direk uyumuşuz, pansiyon sahipleri bize karpuz kesip çay demleyip beklemişler ama biz ölü gibi yattık maalesef.
Sonraki günü elbette dinlenmeye ayırdık, çünkü son üç günün yorgunluğu henüz geçmiş değil. Biz yaylalarda fark etmemişiz ama Finike’de geçirilen bir günde fark ettik ki sıcaklık iyice artmış ve 39 dereceyi bulmuş. Zaten mevsimi geçtiğinde başladığımız Likya yürüyüşümüze, bu senelik son vermeye karar veriyoruz. Başka bahara görüşürüz 🤗