Karagöl -> Artvin -> Tortum Şelalesi -> Erzurum -> Erzincan
Karagöl’de gece yağmur sesiyle uyuduk ama pırıl pırıl bir sabaha uyandık. Dün geceki yağmurdan biz etkilenmesek de çadırı su alan arkadaşlar olmuş ☹. Bizimki içeri su sızdırmamış olsa da, üstü su damlacıklarıyla dolu olduğu için, onu güneşte kurumaya bırakıyoruz ve çay evinden sıcacık çayımızı alıp, göl kenarındaki piknik masasında kahvaltı yapıyoruz. Daha önce şehir merkezindeki marketten aldığımız peynir ve lavaş var menüde. Henüz piknikçiler gelmediği için Karagöl çok sessiz ve tek kelime ile büyüleyici.
Kahvaltı sonrası sabah güneşi ile kuruyan çadırımızı topluyoruz ama yola çıkmaya hazırlanırken arabada bizi bir sürpriz karşılıyor. Koltuktaki plastik gofret paketi delinmiş ve bir ısırık alınmış. Ne yazık ki kabul etmeliyiz, buralardan bir kemirgen geçmiş. Mecburen arabayı boşaltıp, fare arıyoruz. Bulamadık gerçi ama gene de arabadan çıktığına inanıp yola koyuluyoruz.
Artık İstanbul’a doğru dönüşe geçmemiz lazım. İstanbul – Maçka arasındaki yolculuğu sahilden yaptığımız için farklı bir yol izlemek istiyoruz ve Erzurum üzerinden dönmeye karar veriyoruz.
İlk durağımız Artvin’in alışılagelmiş kentlerden farklı olarak bir tepe üstüne kurulması bizi biraz şaşırtıyor. Artvin merkezde pek fazla vakit geçirmeden, sonu hiç gelmeyecek gibi gelen tüneller silsilesi ile Erzurum’a doğru yola devam ediyoruz. Artvin’in yeşilinin yerini dik dağlar almaya başlıyor.
Tünel zinciri bitince Erzurum yakınlarında bir çay molası veriyoruz ve bayanların yerini bizi gösteren amca biraz moralimizi bozuyor. Erzurum’a gidince gördük ki, kadınlara özel kahveler bile var. Bize değişik geldi ama oranın kültüründe ‘bayanlar’ ayrı mekanlarda.
Moladan sonra kahverengi tabelasını görüp Tortum Şelalesine gidiyoruz. Şelale, iki tarafından merdivenler ile döküldüğü noktaya kadar gezilebiliyor. O sırada üst kat komşumuz aradı, onların evini su basmış bizim evdeki durumu soruyor. Moralimiz biraz da buna bozuluyor ama bir şey olmamıştır herhalde diye yola devam edip Erzurum’a varıyoruz. Hiç yalan söylemeyelim Karadeniz sonrası bu şehri pek sevemedik, amma velakin cağ kebap pek lezzizdi. Geldiğimiz için mutluyuz çünkü birkaç saatlik yol ile doğa, kültür ve şivedeki değişimi görmek güzel. İl sınırları daha anlamlı, daha fiziksel geliyor artık. Yemek sonrası şehri geziyoruz ve gece kalmak için Erzincan’a devam etmeye karar veriyoruz.
Erzincan’da biraz çarşıyı gezip, tavsiye edilen bir çorbacıya gittik. Tercihimiz yayla çorbası; erişteli, soğanlı ve biberli yapılmış. Şehir merkezinde biraz daha dolanıp kalmak için bir pansiyon buluyoruz. Pansiyon sahibi Erzurum’dan geldiğimizi öğrenince komşu şehir esnafını çekiştiriyor diycem diyemiyorum 🙃 ‘Orası yobazdır, bir de çok öğrenci olduğu için adamlarda para var müşteriye indirim falan yapmazlar. Bizde de o kadar müşteri olsa biz de öyle olurduk.’
O zaman, Erzincan yolu boyunca dinlediğimiz gibi;
“Bir de yastığa baş koysak yumuşak olur o zaman” 😴