Çiftekemer Köprüsü -> Mençuna Şelalesi -> Hopa -> Karagöl
Çiftekemer Köprüsündeki kamp alanımızda sabah erkenden uyanıyoruz. Dün geceki arkadaşların verdiği yiyecekler ile kahvaltımızı yapıyoruz, kedi de bize sormadan kendi payını alıyor 🙃. Biraz kendimize ve etrafa çeki düzen verip ilk hedefe doğru yola çıkıyoruz: 80 metre yüksekliğindeki Mençuna Şelalesi.
Mençuna Şelalesinin yolu için kötü yorumlar okumuştum ama muhtemelen artık alıştığımız için; kaymak gibi olmasa da, tehlikeli de değildi. Arabayı şelaleden 1 km önce park etmek gerekiyor. Son 1 km Artvin’in yeşiline doyarak, çok güzel bir parkurdan şelaleye varıyoruz. Hasan durur mu hemen şelaleye dalıyor ve bir ara benim yıkılmaz kocamı deviriyor su 😯
İkinci durağımız Hopa; belediyenin ücretsiz otoparkıyla gönüllerimizi fethediyor. Yemek molası verip, uzundur doymadığımız kadar doyuyoruz. İnsanı rahat hissettiren bir şeyler var havada. Buraya mı yerleşsek diye hayallenirken yağmur çiselemeye başlıyor. Biz de yola koyuluyoruz, hedef Borçka Karagöl.
Yol boyunca yağmur bize hafif hafif eşlik ediyor. Karagöl’e varınca önce göl etrafında bir tur geziyor bir yandan da çadır için yer bakıyoruz. Keşif turumuzu bitirip arabadan eşyaları alıp kamp alanına götürmeye niyetliyiz ama yağmur şiddetini arttırıyor. Şiddetli derken; birkaç dakika ıslanmama rağmen yağmurluğum su aldı ve kat kat ıslandım. Çareyi çay evine sığınıp yağmurun dinmesini beklemekte buluyoruz. Ben isyan bayrağını çekmek üzereyim ama Hasan belli ki çok istiyor burada kamp yapmayı. O zaman beklemeye devam 😌
Bir ara yağmur kesiliyor ve bu fırsatı değerlendirip çadırımızı kuruyoruz. Ne yazık ki bizim kadar şanslı olamayıp yağmura yakalanan ve yastığı/çadırı ıslananlar var. Bu arada Karagöl’de çadır kurmak, çadır başı 25tl. Girişte bir yazı ile belirtiliyormuş, biz görmemiştik ama görevli tahsilata çadırların yanına da geliyor.
Ben araba anahtarını kaybettiğim için göl etrafında biraz daha yürümek zorunda kalıyoruz, neyse ki çok da uğraşmadan buluyoruz yol üzerinde anahtarı. Hava kararmak üzereyken daha önce gördüğümüz sönmek üzere olan bir ateşte akşam yemeğimizi yapabiliyoruz. Ateşi tekrar tutuşturabilmemiz çok iyi çünkü bu kadar yağmurun üzerine sıfırdan ateş yakmamız neredeyse imkansızdı. Yemek sonrası diğer kampçılarla sohbet ederken yağmur bu kadar ara fazla diyerek görevine geri dönüyor ve herkes çadırına çekiliyor.
Ilk defa bu gece yağmur altında çadırda kaldık. Damlaları çok yakından hissetmek ama ıslanmadan uyuyabilmek çok keyifliymiş. Yağmur bizim için gürültülü bir ninni söylüyor, biz de biraz ulviyle muhabbet ediyor ve çok direnmeden uykuya dalıyoruz.
Yağmurdan korkup kaçmamak ve geceyi Karagöl’de yağmur altında geçirmek çok doğru bir tercihmiş.