Laz Uşağı Maçka’da
Tatil planımızın ikinci ayağı Karadeniz’di ama Türkiye gündemi içimizde tatil arzusu bırakmadı. Nereyi gezsek yerine nereye göç etsek onu araştırmaya başlamıştık ki kötü bir haber aldık. Hacı anne vefat etmiş, biz de cenaze için Hasan’ın köyüne Maçka’ya geldik. Madem geldik, ufak ufak etrafı gezelim. Bir on gün kadar Bağışlı köyünde Hasan’ın dede evinde kaldık. Daha önce köy hayatı yaşamadığımdan benim için oldukça değişik bir tecrübe oldu. Masal gibi bir dünya, yemyeşil doğası, içten insanları ve doğal yiyecekleri ile bir ara aklımı çeldi, köye mi taşınsak diye düşündüm.
1.Gün
Köyde kaldığımız süre boyunca bize eşlik eden Efe ve Ayşegül ile tanışmamız ilk gece beş taş oynayarak oldu. Zaten küçükken de beceremezdim bu meredi, kısa sürede pes edip seyirci olmaya karar verdim. Hala bu oyunun oynanması bize çocukluğumuzu hatırlatsa da internetin varlığı bir süre sonra çocukları pençesine aldı gene de.
2.Gün
İkinci gün klasik bir kahvaltı sonrası: mıhlama ve kendinden ballı süt, ilk gezimiz için hazırız. Rotamızda Hamsiköy ve sütlacı, Zigana da et keyfi ve Limni gölü var. Dönüşte gene Ziganaya uğruyoruz, Efe’yle Hasan ATV’ye biniyor, Ayşegül bisiklete, ben ise arabada ısınmaya çalışıyorum. Akşam Hasan’ın amcası Pala Yusuf’un evinde kalıyoruz. Sabah bizi hoş bir sürpriz karşılıyor.
3.Gün
Sabahki rotamız Hasan’ın anlata anlata bitiremediği Kulak Mağarası. O bayılsa da ben pek sevemedim, pek karanlık dar ve yarasalıydı. Ama çok güzel çamuru var, biraz alıp İstanbul’a da getirdik, Hasan heykeller yapıyor şimdi ondan. Mağara dönüşü Turan ağbi bizi tepeye yönlendirdi, biz de kendimizi kaybedip saatlerce ormanda yürüdük. Likya’dan sonra cennet gibi burası, yumuşacık toprak, hava serin, koca ağaçlar gölgemizi sağlıyor ve üstelik sular akıyor ormanın içinde. Oldukça keyifli bir yürüyüş sonrası eve vardığımızda bomboş buluyoruz evi. Bir süre sonra herkes toplanıyor ve çay eşliğinde mutfakta muhabbet ediliyor.
4.Gün
Önceki gün yalnız gezdiğimiz için çocuklar biraz bozuk bize, tüm ısrarlarımıza rağmen Ayşegül’ü ikna edemiyoruz ve Efe’yle çıkıyoruz yola. Aslında bu kadar yakındayken gönül istiyor ki Sümela manastırına gidelim ama tadilat bize engel oluyor.
Biz de Vazelon Manastırı tabelasını görünce bari bunu görelim diye sapıyoruz yoldan. Üstelik, üzerine sorumluluk sahibi vatandaşlarımızın “öyle bir yer yok” “gitmeyin” diye yazdığı uyarılara rağmen. Serde inat var, biz buluruz diye çıktığımız o berbat yol, bir süre sonra artık arabayla devam edilemeyecek kadar bozuluyor, yürümeye başlıyoruz ama yürüme yolu da bir süre sonra bitiyor. Üstüne bir de yağmur, ohhhh herşey tamam. Yorulmak, ıslanmak neyse de, hadi hayal kırıklığını da önemsemiyorum ama Efe hastalanacak diye epey endişelendim, neyse ki bir şey olmadı. Siz siz olun tabelalara gerekli önemi verin!!!
Gezemeden günü bitirmeyelim diye yolumuzu Karaca Mağarasına çeviriyoruz. Görevlinin “bakın bu sarkıtta allah yazıyor” “burada da bir eros var” açıklamalarını saymazsak, etkileyici bir mağaraydı, en azından kulak mağarasına kıyasla 🙂 Üstelik yolu Zigana geçidinden geçtiği için daha önce duyduğum tünelin iki tarafındaki farklı iki iklimi görebildik. Bu akşamki aktivitemiz yayla çayı ayıklamak, sağ olsun emine yenge çuvalla toplamış, hepimize yetecek kadar çay var.
5.Gün
Sonraki gün Efe’nin aklına uyup -çünkü o pro – Mil Kaya’sına çıkmayı denedik. Üstelik bugün uyanıklık edip Tekin babanın arabasını aldık. Ama ne yazık ki Efe’nin kendinden emin konuşmalarının sonu fos çıktı 🙃
Kırano yaylasına çıktık biz de ama biraz oyalandığımız için sis bize yetişti. Hasman önden bize batonuyla yol açtı da rahatça ilerleyebildik. Hasan’ın ve Efe’nin ninelerinin evlerine girdik, ama yanımıza erzak almadığımız ve evlerde de bulamadığımız için el mahkum dönüşe geçtik.
Dönmeden önce Hasan ve Efe çam sakızı toplamaya gitti, ben de sislerin içinden kır çiçekleri topladım. Böyle sessizlik, bu kadar huzur nasıl olabiliyor şaşarken, Hasman belirdi: kendine yakışmayacak bir şekilde elini kesmiş, sonradan öğrendiğimize göre de geçen senenin sakızını toplamış, yani boşuna gitti el. Bu akşamki mutfak etkinliği ise mısır unu elemek, gittikçe alışıyorum ben buraya
6.Gün
Artık yavaş yavaş gezi planı yapalım diyoruz ama planlı da keyifli olmuyor bu işler. Bir dereye gidelim bari, çocuklar yüzmek istedi, ha feryat figan yüzmediler o ayrı. Gerçi haklılar da buz gibi bir su, bahar bu suya girer mi, kendi isteğiyle hayır tabi ki.
7.Gün
Planımızda çıkıp Uzungöl’den başlayarak Karadeniz turu yapmak vardı ama Nefise de Uzungöl’ü görmek istiyormuş. Biz de günübirlik gitmeye karar verdik ve gittik o doğanın katledildiği yere. Gölün etrafı beton, cafe, dükkan ve lunapark dolmuş. Bizi epey hayal kırıklığına uğrattı, gitmeyi düşünüyorsanız gitmeyin, onca yol gidip üzgün dönmeye ne gerek var.
Neyse ki yolun üstünde hep duyduğum çatılı köprüyü görüyor ve kısa bir tur yapıyoruz baba memleketimde. Etraftaki çay ekili bahçeler ve akan dere biraz olsun moralimizi düzeltiyor. Dönüşte de Trabzon’da Boztepe’ye çıkıp semaverdeki çay eşliğinde çıtlatıyoruz çekirdeğimizi.
Akşam eve döndüğümüzde kendimi dans konusunda da geliştirip penguen dansını öğreniyorum, sağ olsun Kayra da boyundan beklenmeyecek bir güç gösterisi yapıp Hasman’i bir güzel tırmalıyor. Bebekten de dayak yedin ya Hasman, kim toplayacak o karizmanı.
Kalan günlerde de köyün tadını çıkarttık😉
Köydeki günlerimiz beştaş ve isim şehir oynayarak, çaydır nanedir ayıplayıp kurutarak, çocuklarla salıncak yapıp, sallanarak dinlendirici ve eğlenceli geçti. Ve fark ettik ki köydeki çocuklar çok şanslı, köye gidip bir çocuk mu doğursam acaba 🤔